Doğanın rahminden geliriz dünyaya. Ana rahminden farkı ise, dünyaya geldikten sonra da ona bağımlı yaşamamızdır. Ondan beslenir, ondan nefes alır, onun sularıyla yıkanırız. O oluruz aslında. Oysa ana rahminden kopuş deneyimi, bizi doğadan da koptuğumuz yanılgısına düşürür. Üstelik ona egemen olmaya kalkarız.
Ne gaflet... Dönüşümüz onadır! - Ayla Seyhun

12 Şubat 2011 Cumartesi

Erişte hazırlığı


Sabah erkenden yola koyulduk. İnsanların pek geçmediği dere kenarlarına doğru. Körpe ısırganların tepelerini derleyip doldurduk sepetlerimize.


Bir kısmını tavuklarımızla paylaştık. Dillerini ısırmış olmalı ki fazla yüz vermediler. Onlar otların peşinde, bir de salyangozların.







Bizde yumurtalarının... Güneş görmüş, salyangoz yemiş, horoz düdüklemiş tavuk yumurtaları bunlar...



Su değdirmeden, buharda haşladığımız ısırganları, yumurtalarımızla çırptık bir güzel...








Annemiz önlüğünü giyip, poz verdi bize...








Unumuz tam buğday unu... Annemiz söylendi biraz, bununla erişte olmaz, beyaz un yok mu diye ama olur olur dedik...





Oldu da...
Isırgan püremiz, yumurtamız, tam buğday unumuz karılınca böyle yeşil bir hamur çıktı ortaya...







Hamur biraz bekledi sonra, oklavaya geldi...



Erdal o arada, tahta parçalarından saksı yapmaya uğraşıyordu ...







Saçın üstünde kurutuldu erişte yufkaları...







Sonra katladık, dörde ve geniş şeritler kestik...






Ve ince ince doğradık sonra. Kurusun diye güneşe serdik... Şimdi bez torbalar dikiyoruz onlara... İsterseniz size de gönderelim. Yoğurtlu muhteşem oluyor. Domates kurusu ile veya keçi peyniri ile de deneyebilirsiniz...  Enfes!!!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder